1. VERİMLİLİK KAVRAMI
Verimlilik kavramı, yeryüzünde kurulan ilk üretim işletmeleri kadar eski olmakla beraber, ekonomik düşünce tarihinin ilk kayıtlarında verimlilik kavramına hemen hemen rastlanmamaktadır. Bunun yerine, klasik ekonomistler üretim ve üretim oranından bahsetmektedirler ki, bu iki kavram da bugün verimlilik kavramına yaklaşmaktadır. Ancak bu kavrama verilen önem, modern iktisadi düşüncenin doğuşu ile başlamış ve İkinci Dünya Savaşı’nı izleyen yıllarda bir hayli artmıştır. Savaştan yenik ve tahrip edilmiş olarak çıkan ülkelerin girişmiş oldukları yoğun faaliyetler de, verimlilik artışlarının önemli bir rolü olmuştur. İkinci Dünya Savaşı, aynı zamanda ekonomik kalkınma yaklaşımında devrimci bir değişiklik meydana getirmiştir. Dünya ülkeleri ilk kez, ekonomik kalkınma bilincine erişmiş ve onu uluslar arası politikanın gerekli ve temel bir hedefi yapma yolunda çaba harcamışlardır. Ekonomik üstünlük ağırlık kazanmış, özellikle büyük ülkeler arasında bir “ekonomik yarış” ya da “savaş” ortamı doğmuştur. [1]
Bugün, gelişmiş ülkelerin girişmiş oldukları “ekonomik yarış” ya da “savaş” yanında gelişmekte olan ülkeler de kalkınma çabası içindedirler. Bu iki grup içine giren ülkelerin ekonomik bakımdan gelişmelerinde, refah seviyelerinin yükseltilmesinde verimlilik kavramının büyük çapta rolü ve etkisi bulunmaktadır.[2]
Günümüzde verimlilik kavramı ülkelerin kalkınma çabalarının değerlendirilmesinde esas olan göstergelerden biridir. Ulusal refahın arttırılmasında verimliliğin oldukça önemli rolü olduğu düşüncesi yaygın bir kabul görmektedir. Kalkınma düzeyini yükseltmek isteyen her toplumun temel hedefi mevcut kaynaklarını en yaralı yerlerde ve en yararlı biçimde kullanarak üretimini en çoğa çıkarmak olacağından, bu ülkeler için verimlilik çok önemli bir kavram olarak ön plana çıkmıştır. [3]
Verimlilik kavramının öne çıkmasında günümüz dünyasında bazı gelişmeler de rol oynamaktadır. Bunların önemlileri şöyle sıralanabilir:
· 1950 ve 1960’ların uygun ve elverişli koşullarının ( yüksek talep, ölçek ekonomileri avantajları, yeni kaynakların yoğun kullanım olanaklar v.b. ) bugün devam etmiyor olması,
· Dünya ekonomisi ve ulusal ekonomilerdeki işlevsel rahatsızlık ve karışıklıkların olması,
· Devam eden ve bir çok alanda hızlanan teknolojik gelişime koşut olarak daha az sermaye ve daha az işgücü kullanan teknolojik uygulamaların artması ( ki bu durum, sermaye ve işgücünün daha etkin kullanımı olarak yorumlanabilir ) ancak paradoksal olarak gelişmiş ülkelerin yetişmiş işgücü sıkıntısıyla karşılaşması sonucunda bazı alanlarda sermaye yoğun teknolojiyi yeğlemesi, gelişmekte olan ülkelerdeyse sermaye unsurunun kıtlığı ve büyük işsizlik sorunu nedeniyle mevcut insan kaynaklarının daha etken kullanımı, geliştirilmesi ve yeni işler yaratılmasının teşvik edilmesinin gündeme gelmesi.[4]
Verimlilik, tanım olarak çıktı ile çıktının üretiminde kullanılan girdiler arasında ilişki kuran bir kavramdır. Belli bir üretim sonucu için yapılan fiziksel harcamalar ne kadar az olursa verimlilik o kadar yüksek olur. Verimlilik kavramının bir çok yaygın kullanım alanı bulunmaktadır. Ekonomi kuramı açısından en dar anlamıyla verimlilik; üretim sürecinde boşluk olmadan verilen birtakım girdiler ile en yüksek üretimin sağlanmasıdır. Daha geniş anlamda verimlilik, verilen bir çıktının en az maliyet ile üretilmesidir.[5]
1.1. Verimliliğin Tanımı ve Terminolojisi
Verimlilik en dar anlamıyla üretim faktörleri ile üretim arasındaki ilişkiyi belirleyen bir ölçüt olarak tanımlanabilir. Bu ilişki genellikle kantitatif olduğundan ölçülebilir. Geniş anlamda verimlilik ise, çıktıların ve bu çıktıları elde etmek için kullanılan faktör girişlerinin toplamına oranı olarak tanımlanabilir. Başka bir tanıma göre verimlilik, teknolojik ilerlemelerin fiziksel çıktı fiziksel girdi arasındaki orantıya etkisini, diğer bir ifadeyle teknik etkenlikteki artışı ölçer. Teknik etkenlikteki artış ise çıktı miktarında meydana gelen değişmelerle ortaya çıkar. Yapılan tüm tanımlamalardan da görüleceği gibi oldukça karmaşık ve belirlenmesi de zor olan bir kavramdır. Bu bakımdan verimliliğin belirlenmesinde, araştırmacılar daha çok kısmi verimlilik ölçümleri üzerinde durmaktadırlar. Kısmi verimlilik, belli bir çıktı miktarının bir veya daha fazla üretim faktörünün miktarına oranı olarak belirlenir. Bu durumda her faktör için verimlilik oranının belirlenmesi mümkün olacağı gibi, bu faktörlerin ilişkilendirilmesine bağlı olarak emek, sermaye, toprak, hammadde gibi faktörlerinde verimliliklerinden bahsetmek mümkündür. Diğer taraftan; verimlilik tanımı, verimlilik analizlerinin yapıldığı iş koluna göre veya ekonominin tümü için de değişik şekillerde izah edilebilir.[6]
Verimlilik nisbi bir kavramdır ve iktisadi birimler arasında önemli bir yere sahiptir. Bu nedenle iktisadi birimlerin bir kısmını etkileyebileceği gibi, bir kısmından da etkilenmektedir. Ekonomik istikrar, piyasa dengesi, yatırım ve ücretler gibi faktörler verimliliği önemli oranda etkileyen faktörlerdir. Bu faktörler sektörler arasında farklılıklar gösterebileceği gibi, ülkeden ülkeye de değişebilmektedir. Bu nedenle verimlilik ölçütünü belirleyen kaynak kullanımındaki etkinlik de ortaya çıkmaktadır. İktisadi kalkınma çabası içerisindeki gelişmekte olan ülkelerde verimlilik düzeyinin genellikle düşük olması, ekonominin genel yapısından ve kaynakların kullanılmasında etkinliğin sağlanamamasından ileri gelmektedir. Bundan dolayıdır ki; verimliliğe, kullanılan kaynakların kullanımdaki etkenlik derecesi de denilmektedir. [7]
Verimlilik kelimesi genel olarak birbirinden çok farklı anlamlarda kullanılır. Avrupa İktisadi İşbirliği Teşkilatı’nın ( OECD ) M. Jean FOUROSTİE başkanlığındaki bir komisyonun çalışması sonucunda, verimliliğin ilmi bir tanımı yapılmış ve “ Verimlilik: Hasılanın üretim faktörlerinden herhangi birine oranıdır.” şeklinde 1950 yılının Aralık ayında OECD‘ nin yayınladığı ” Terminologie De La Productivite “ adlı kitabın ikinci paragrafında yer almıştır.[8]
Yukarıda verimlilik kavramını açıklarken temas edildiği gibi, üretim unsurları ile ilgili birden çok faktörün bir araya getirilmesi veya kombinezonu, her bir faktörün ayrı ayrı verimliliğini ölçmemizi gerektirir. Yani, verimlilik ölçümü ile belli bir hasılayı elde etmek için, hasıla: ya onu üreten tekbir faktöre karşı ölçülebilir ki buna, kısmi faktör verimliliği; yada onu üreten tüm faktörlere karşı ölçülebilir ki buna da toplam faktör verimliliği diyoruz. Bu yönden, verimliliği çeşitli faktörlerin etkisiyle ortaya çıkan sonuç olarak kabullenmemiz gerekiyor.[9]
Sonuç olarak terminolojideki anlamına sadık kalmak şartıyla benzer tanımları da dikkate alarak verimliliği şöyle tanımlayabiliriz. Verimlilik dar anlamıyla hasılanın bir girdiye veya girdiler toplamına oranı olup, üretilen mal ve hizmetler miktarı ile bu üretimde kullanılan girdi miktarları arasındaki ilişkidir. En genel anlamıyla, tabiatta sınırlı olarak bulunan ve insan ihtiyaçlarının tatmini için üretimde kullanılan kaynakların etkinliğinin bir ölçüsü şeklinde tanımlanabilir.[10]
1.2. Verimlilik Kavramının İktisadi Düşüncedeki Yeri
İktisatçıların kavram ile ilgilenmeleri modern iktisadi düşüncenin doğuşuyla başlar. Klasik iktisatçılar arasında bile görüş ayrılıkları olmakla beraber konuya bakış açılarını vermek yararlı olur. Verimlilik kavramı, Jevons’ un marjinal verimlilik teorisi yoluyla iktisat literatürüne formel olarak girmeden önce konu ile ilgili bir çok tartışmalar mevcuttu. Gazali muhtaç insanı ihtiyaçlarını karşılayacak tarzda tasavvur ederek düşüncelerini şöyle belirtir. Hayvanlar ihtiyaçlarını doğadan hazır bulduğu halde ihtiyaçlarını gidermeye çalışan insan bu maddelerin önemli bir kısmından bir üretim faaliyeti sonucunda yararlanabilir. İşte bu ıslah faaliyetleri çalışmayı zorunlu kılmış ve insanın ihtiyaçlarını gidermek üzere çalışmaya başlaması gittikçe karmaşıklaşacak olan iktisadi hayatın başlangıcı olmuştur.[11]
Klasik iktisatçılardan Adam SMİTH’ e göre de iyi yönetilen bir toplumda, halkın en alt kesimine kadar ulaşan genel zenginlik bütün çalışma alanlarında işbirliğinin yol açtığı büyük üretim sonucunda gerçekleşmektedir.[12]
Marx’ ta durum daha farklıdır. Emek verimliliğindeki artışla birlikte, emek gücünün fiyatı sürekli düşebilir ve bu düşüşün yanısıra, işçinin geçim vasıtalarında sürekli bir büyüme olur. Ama bu durumda bile emek gücünün değerindeki bu düşüş, artık değerde bir yükselmeye yol açabilir.böylece işçi ve kapitalistin durumları, uçurum seviyesinde genişlemeye devam edebilir. [13]
Bazı iktisatçılara göre klasik ve neoklasik teorinin bir sentezini temsil eden Marshall, verimliliği beklemeyi yükseltme yolu olarak tanımlarken verimlilik artışının tasarrufların getirisini yükselteceğine ve yatırılabilir fonların çoğalmasına neden olacağına yani sermaye birikimini hızlandıracağına dikkat çekmektedir. Keynes “hayat standardımızın, verimliliğimize bağlı olması gerektiğini ve hayat standardımızın verimliliğimizden bağımsız olarak belirlenemeyeceğini kabul ediyorum” derken verimliliğin önemine işaret etmektedir.[14]
Keynes sonrasında iki ana çizgi vardır. Hicks ve Samualson’un öncülük ettiği neoklasik sentez bu çizgide neoklasik marjinal verimlilik bölüşüm teorisi varlığını sürdürürken ikinci çizgiyi oluşturan Post-Keynes’ ci iktisatta marjinal verimlilik bölüşüm teorisi reddedilmektedir. Post-Keynes’yen iktisada göre gelir farklılıkları, sadece ne doğal ne de iktisadi olaylardır. Piyasa kuvvetlerinin olduğu kadar toplumsal ve siyasal gelenek ve kararların sonucudurlar.[15]
Son olarak ortaya çıkan yeni sorunlarla ilgili Keynes’yen çözümlerin yetersiz kaldığını söyleyen bir grup Amerikalı iktisatçının öncülük yaptığı tedbirler üzerinde yoğunlaşma gerekliliği ile ilgili düşünceleri bulunmaktadır. Bu iktisatçılara göre arz maliyetlerinin azaltılması gerekir. Çeşitli indirimlerle çalışmanın teşvik edileceğini ve daha fazla tasarrufa imkan hazırlanacağını düşünmektedirler. Artan tasarruflar sonucu, yeni yatırımlar ortaya çıkacak, azalan işsizlikle birlikte daha yüksek verimlilik düzeyine ulaşılabilecektir. Nihayet, artan verimlilik sonucu maliyetler düşecek ve azalan enflasyon etkisini doğuracaktır. [16]
1.3. Verimlilik Çeşitleri
Girdi ve çıktı arasındaki oranın belirlenmesinde farklı metotlar kullanılmaktadır başka bir ifadeyle verimliliğin belirlenmesindeki kriterler değişik şekillerde belirlenebilmektedir. Buna göre; fiziki ve parasal verimlilik, ortalama ve marjinal verimlilik, mikro ve makro verimlilik, kısmi ve toplam verimlilik olmak üzere verimlilik değişik yöntemlerle hesaplanmaya çalışılmaktadır.[17]
Fiziki ve parasal verimlilik, verimlilik oranının pay ve paydasında homojenlik derecesine göre fiziki veya parasal değerlerle ifade edilmesidir. Pay ve paydada fiziki değerlerle ifade edilmiş ise fiziki, parasal değerlerle ifade edilmiş ise parasal verimlilik olarak belirtilir. Belli bir dönemdeki toplam çıktının aynı dönemdeki girdilerin oranına toplam verimlilik denilmektedir. Yine belli dönemde çıktıda meydana gelen değişmenin aynı dönem girdilerindeki artışa oranı da marjinal verimlilik olarak bilinir. İşletme düzeyinde hesaplanan verimlilik mikro, ekonominin genelinde hesaplanan ise makro verimliliktir.toplam ve kısmi verimlilik ise literatürde üzerinde en çok durulan ve değerlendirilen verimlilik çeşitleri olduğundan bunların daha geniş bir şekilde açıklayalım.[18]
1.3.1. Kısmi Verimlilik
Üretim faaliyeti sonunda elde edilen çıktının bu üretimde kullanılan girdilerden herhangi birine oranlanmasıyla kısmi verimlilik hesaplanmaktadır. Verimlilik analizine konu olan girdilerin emek, arazi, sermaye olmasına göre hesaplanan verimlilik oranları emek verimliliği, sermaye verimliliği, arazi verimliliği olarak adlandırılır. Toplam çıktı net veya brüt olarak alınır veya herhangi bir üretim faktörü ile ilişkilendirildikten sonra elde edilen kısmi verimlilik oranı net veya brüt olarak bir anlam ifade eder. Ayrıca kısmi verimlilik ortalama ve marjinal olarak da hesaplanabilir.[19]
Kısmi verimlilikten elde edilen katsayılar genellikle tasarrufları ölçmekte önemli bir fayda sağlar. Başka bir deyişle, kısmi verimlilik zaman içinde çıktı ünitesi başına belli girdilerde meydana gelen tasarrufları ölçer. Buna göre zamanla çıktı miktarı başına belli girdiler kullanılmak suretiyle elde edilen tasarruflar ölçülebilmektedir. Ancak, kısmi verimlilik hesaplarında faktör paylarında sağlanan tasarruflar ölçülmekle beraber, belli bir üretim faaliyeti sonucu ortaya çıkan verimliliği ölçüsü değildir. Çünkü kısmi verimlilik katsayıları faktör ikamelerinden ve genel verimlilik artışlarından etkilenmektedir. Kısmi verimlilik oranının kısmi verimlilik ölçüsü olarak kabul edile bilmesi için söz konusu girdinin toplam girdi miktarındaki payının büyük olması ve diğer girdi miktarlarında bir değişme olmaması gerekmektedir. Örneğin, bir üretim faaliyetinde emek verimliliğin ölçülmesi, emek girdisinin diğer girdilere göre nispi oranının daha büyük olması, diğer girdilerin ise sabit kalmasıyla mümkün ve anlamlı olur. Bu durumda emek yoğunluluğun fazla olduğu bir üretim faaliyetinde sermaye verimliliğini ölçmek ya da bunun tam tersi fazla bir anlam ifade etmez.[20]
[2] BAŞKAN Ayhan,…, s. 10
[3] AYDIN Alper, İmalat sanayi ve Alt Kollarında Verimlilik, Üretim, İstihdam, Ücret ve İşçi, Saat Göstergeleri, MPM Yayınları: 698, Ankara, 1999 s. 1
[4] BAŞ İ.Melih, ARTAR Ayhan, İşletmelerde Verimlilik Denetimi, MPM Yayınları: 435, Ankara, 1990, s. 9-10
[5] ALPUGAN Oktay, DEMİR Hulusi, OKTAY Mete, ÜNER Nurel, İşletme Ekonomisi ve Yönetimi, Beta Basım Yayım Dağıtım A.Ş, İzmir, 1990, s. 15
[6] TUNA Yusuf, Tarımda Verimlilik Artışının Ekonomik Sonuçları: Türkiye İle İlgili Bir Değerlendirme, MPM Yayınları: 487, Ankara, 1993, s. 10-11
[7] TUNA Yusuf,…, s. 12
[8] KÖK Recep, Endüstriyel Verimlilik ve Etkinlik, Atatürk Üniversitesi Basımevi, Erzurum, 1991, s. 36
[9] KÖK Recep,…, s. 37
[10]KÖK Recep,…, s. 38
[11] KÖK Recep,…, s. 38-39
[12] KÖK Recep,…, s. 39
[13] KÖK Recep,…, s. 40
14 KÖK Recep,…, s. 40
[15] KÖK Recep,…, s. 41
16 KÖK Recep,…, s. 41-42
17 TUNA Yusuf,…, s. 12
[18] TUNA Yusuf,…, s. 13
[19] TUNA Yusuf,…, s. 13
[20] TUNA Yusuf,…, s. 14
Verimliliğin hesaplanmasında üretim faktörleri için gerekli olan bilginin yetersizliği verimlilik ölçümlerini zorlaştırmaktadır. Bu yüzden, üretim faktörlerinin tümü için bir verimlilik oranının hesaplanması zor olmaktadır. Bu nedenle eksiklikleri olmasına rağmen daha çok kısmi verimlilik oranlarının hesaplanmasına çalışılmaktadır.[1]
1.3.2. Toplam Faktör Verimliliği
Toplam Faktör Verimliliği, bir üretim faaliyeti sonucu elde edilen çıktının bu üretim faaliyetinde kullanılan girdilere bölünmesiyle hesaplanan verimlilik türüdür. Toplam faktör verimliliği üretimde kullanılan tüm kaynakların etkinlik derecelerini ölçmektedir.[2]
Kısmi faktör verimliliğinin üretimin maddi girdiler dışındaki unsurlarının etkisini yansıtamaması toplam faktör verimliliği üzerinde durulmasını gerekli kılmıştır. Toplam faktör verimliliğini geliştiren Solomun FABRİCANT’ göre; üretimde kollanılan kaynakların birinin önemli olması yanında diğerlerinin de aynı derecede önem taşımaları ve bu kaynaklarda değişmelerin meydana gelmesi verimliliğin tek bir faktöre göre ölçülmesinde çok az bir bilgi verir veya hiçbir anlam ifade etmez. Bu nedenle verimliliği tek bir faktöre göre değil de tüm faktörlere göre ölçmek mümkün olmakla beraber, genel verimlilik düzeyi hakkında bir fikir verebilmektedir. Yani verimliliğin sağlıklı bir şekilde hesaplanabilmesi için girdiler ile ilgili bilgilerin yeterli olması gerekmektedir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde üretim faaliyetlerinde kullanılan girdilerin yetersizliği ve faktör bileşimindeki dengesizlik, söz konusu faktörlerin verimliliğe esas alınacak bilgilerinde eksik olmasına neden olmaktadır. Bu yüzden, bu ülkelerde toplam faktör verimliliği yerine genellikle kısmi verimlilik hesapları tercih edilmektedir.[3]
1.4. Bir İşletmenin Elindeki Kaynakların Verimliliği
Bir işletmenin emrinde belli başlı kaynaklar; malzeme, arazi ve bina, makine ve donatım ve emek olduğuna göre, işletmede yönetimin görevi, gerekli planlamaları, örgütlemeleri, düzenlemeleri, denetlemeleri yaparak bu kaynakların en verimli biçimde kullanılmasını sağlamaktır.[4]
1.4.1. Malzemenin Verimliliği
Hammadde ve malzeme maliyetlerinin işletme açısından büyük önemi vardır. Hatta bazı endüstri dallarında hammadde maliyeti toplam son ürün maliyetinin %60’ını oluşturmaktadır. Özellikle hammaddenin yurtdışından ithal edilmesi durumunda konunun önemi daha da artmaktadır. İşte bu gibi durumlarda, malzemenin verimliliğine işletmenin emrindeki diğer kaynakların verimliliğinden daha fazla önem verilmelidir. Malzemenin verimliliğini arttırmak için aşağıdaki noktalara dikkat edilmelidir:
· Kullanılan malzemenin pahalı ve az bulunur olması durumunda, ürünün modeli, mümkün olan en az malzeme ile yapılacak biçimde hazırlanmalıdır.
· Satın alınmasına karar verilen tesisat ve donatımın belli bir performans düzeyinde işletilebilmesi için bunların tüketecekleri malzeme yönünden ekonomik olmasına dikkat edilmelidir.
· İşlem safhasında bilinen ve denenen en doğru işlem kullanılmalıdır.
· İşçilerin eğitimleri ve özendirilmeleri sağlanarak, onların geriye çevrilebilecek, dolayısıyla malzeme ve emek kaybına yol açacak biçimde kusurlu iş yapmaları önlenmelidir.
· Ürünün müşteriye ulaştırılması esnasında hasar görmemesini sağlayacak ambalajlama yöntemleri kullanılmalıdır.[5]
1.4.2. Arazi ve Binaların Verimliliği
İşletme kaynaklarından arazi, işletme için gerekli olan bina ve tesislerin yerleştirileceği temel unsurdur. Yerleştirilecek binalar ise, işletmenin üreteceği ürünün ve bu ürün için gerekli üretim şeklinin özelliklerini taşır. Başka bir anlatımla binalar üretim birimlerinin önceden tasarlanan iç yerleşimlerini örten birer zarf niteliğine sahiptir. [6]
Arazi ve binaların verimli bir biçimde kullanımı maliyeti düşürmek yönünden çok önemlidir. Konunun önemi işletmenin genişleme arzusunda olması nedeniyle fazla yerleşim alanlarına gerek duyduğu zamanlarda daha açık olarak ortaya çıkmaktadır. Bu gibi durumlarda, yeni arazi alınmadan ya da yeni binalar yapılmadan önce iş etüdünün metot etüdü tekniklerinden biri olan” fabrika ve donatım yerleştirme düzeni tekniği” uygulanarak aynı bina ve arazilerden yararlanma yolu araştırılmalıdır. Endüstriyel bir amaçla kullanılan arazinin ve binanın verimliliği, o alan içinde yapılan üretim miktarının artışı ile artar.[7]
1.4.3. Makinelerin ve Emeğin Verimliliği
Verimliliğin,çıktının bu çıktıyı oluşturmak için gerekli faktör girdiler toplamına oranı olduğunu daha önce belirtmiştik. Çıktı ile girdi arasındaki oran bir zaman birimi ile belirlenir. Örneğin, bir iletmenin belli bir zaman birimindeki çıktısının girdisine oranı, o işletmenin o zaman birimindeki verimliliğini gösterir. İşçi ve makine için zaman birimi olarak “ adam – saat “ ve “ makine – saat “ kullanılmaktadır. Bir “ adam – saat “ bir işçinin bir saatlik çalışmasıdır. Bir “ makine – saat “ ise, bir makinenin bir saatlik çalışmasıdır. İşçinin her “ adam – saat “ makinenin her “makine – saat ” başına yaptığı işin ya da ürettiği ürünün artması, o işçinin ve makinenin daha verimliği çalıştığını gösterir.[8]
2. VERİMLİLİĞİN SOSYO-EKONOMİK YÖNLERİ
2.1. Verimliliğin Sosyal Yönleri
Dünyada son zamanlara kadar verimliliğin ekonomik yönü sosyal yönünden daha fazla önem taşımakta, verimlilik denildiğinde özellikle iktisadi açıdan ele alına ve bazı hesaplamalarla elde edilen sonuçlar anlatılmaya çalışılmaktaydı. Fakat verimliliğin gelir dağılımından istihdama: demografik yapıdan endüstri ilişkilerine kadar pek çok alana etki ettiği ya da bunlardan etkilendiği bilinmektedir. Söz konusu karşılıklı etkileşim dikkate alındığında verimliliğin sosyal yönlerinin ekonomik yönleriyle aynı öneme sahip olduğu ortaya çıkmaktadır. [9]
Örneğin gelişmiş AT üyesi ülkelerde verimlilik göstergelerinin arttığı ya da durakladığı dönemlerde, bu gelişmeler salt ekonomik değişkenlerle açıklanamamaktadır. Söz konusu yavaşlamanın açıklayıcıları arasında sosyo-politik ve kurumsal değişkenlere giderek daha yaygın bir biçimde yer verilmeye başlanmıştır. Bu unsurların başında sendikalaşma oranı, işgücünün yönetimle işbirliği, çalışma şevki ve işe yabancılaşması, eğitim sistemlerinin özellikleri, sanayide tekelleşme oranı, yeni patentlerin artış hızı, çeşitli baskı gruplarının etkisi, işletme düzeni ve genel anlamda kamunu ekonomiye müdahalesi gelmektedir.[10]
2.1.1. Verimlilik Çalışma Hayatı İlişkisi
Bir ülkede verimliliğin aşağıdaki üç kesimi doğrudan ilgilendirdiği genel kabul görmüş bir durumdur.
· Kamu yönetim ve kuruluşlarını,
· İşverenleri ve kuruluşlarını,
· İşçileri ve kuruluşlarını,
Endüstri ilişkileri sistemini oluşturan söz konusu üç kesimin verimlilik artışları ile ilgisi büyük önem taşımaktadır. Verimlilik artışlarının bu kesimlere doğrudan ya da dolaylı olarak pek çok olumlu etkisi mevcuttur.
· Yeni teknoloji kullanımı ve yeni üretim metotları artmaktadır.
· Kalite ve verimlilik konularına olan hassasiyet artmakta; bu durum işyerlerinin sorunlarını çalışanların kavramasına yol açmaktadır.
· Uzmanlaşma artmakta iş tanımları şeffaflaşmaktadır.
· Toplu sözleşme müzakerelerinde devlet müdahalesi azalmaktadır.
· Ücret sistemleri rasyonelleşme ve iş değerlemesi metotları uygulamaya konulmaktadır.
· Toplu sözleşmelerde verimliliğin arttırılmasına yönelik tedbirler öngörülmektedir.
Artık özellikle Fransa, Hollanda, F.Almanya, Danimarka gibi gelişmiş ülkelerde, verimlilik toplu sözleşmelerin temel göstergesi olup, firma ve işletmelerdeki verimlilik artışına dayanan kriterlere göre ücret artışlarının saptanması genel kabul görmüş bir kural haline gelmeye başlamıştır.[11]
2.1.2. Verimlilik-İstihdam İlişkisi
Verimlilik ve istihdam ilişkisini bir örnekle açıklamaya çalışalım. Son 20 yıllık dönemde, Batı Avrupa Ülkeleri’nde, ABD’ye kıyasla daha yüksek bir büyüme hızı gerçekleştirilmiş olmasına rağmen aynı paralelde olumlu sonuçlar alınamamıştır. Örnek olarak, 1965-1985 yılları arasında GSMH’ DE ortalama %2.5 ve Fransa %3 büyüme oranı gerçekleştirmişler; fakat ABD’de işsizlik %0.3 büyürken, Fransa’da %2 büyümüştür. ABD’nde özellikle imalat sanayiinde görülen yüksek emek verimliliği, daha az işsizlik oranını beraberinde getirmiştir. Ülkede emek verimliliği diğer sanayileşmiş ülkelere göre oldukça yüksektir. Ayrıca, ABD işsizlik oranında azalma sağlayabilmek için, işgücünün aldığı ücret artışlarını çok düşük tutmuştur. Özellikle hizmetler kesiminde düşük ücretle çalışanların sayısında görülen artış, yeni işyerlerinin açılmasını teşvik etmiştir. ABD’nin sosyo-ekonomik yapısına uygun bir önlem olarak, kısmi çalışma saatleri uygulamalarının yaygınlaştırılmasıyla, bu ülkede 1970-1988 yılları arasında 30 milyona yakın vatandaşa yeni iş imkanı sağlanmıştır. Yine benzer şekilde Japonya 1980-1987 yılları arasında verimliliği en yüksek düzeyde tutabilmiş, en az ortalama işsizlik oranını gerçekleştirmiştir. Söz konusu yıllar arasında Japonya’da işsizlik %2.5 oranında kalırken, AT’de %9.7’ dir.[12]
Özet olarak emek verimliliğinde hangi ülke ya da endüstri dalında yüksek artış olmuşsa, o ülke ya da sektörde işsizlik azalmıştır. Çünkü emek verimliliğinin artışından elde edilen katma değer yani verimlilik mal fiyatlarını düşürerek sözü edilen ülke ya da sektörlerin mallarına karşı talebi arttırmıştır. Bu durum enflasyona engel olduğu gibi işsizliğin azalmasına da neden olmuştur. Bu sonuca bakarak, emek verimliliği ile üretilen malın birim fiyatı arasında olumsuz bir korelasyonun olduğu iddia edilebilir. Ancak bu olumsuzluk sürdükçe ticaret canlanmaktadır. Ticaretin canlı olduğu dönemlerde işsizlik olmamakta, istihdam artmaktadır.[13]
2.1.3. Verimlilik-Demografik Yapı İlişkileri
Emek verimliliğini ulusal düzeyde etkileyen demografik unsurlar arasında nüfus artış hızı, kentleşme, çalışanların cinsiyeti, yaş, aile tipi ve büyüklüğü, çocuk sayısı gibi öğeler ele alınmaktadır. Nüfus artış hızı işsizliği arttırması bakımından verimlilik ile yakından ilgilidir. Örneğin, ülkemizde imalat sanayi işletmelerinin toplandığı il ve ilçe merkezlerinde yılda %3.6 oranında ki hızlı nüfus artışı, üretimde meydana gelen artışların bir kısmının mevcut yaşam standardının sürdürülmesine ayrılmaktadır. Böylece hızlı nüfus artışı ülkemizde kişi başına geliri olumsuz etkilemekte, tasarrufları kısıtlama, üretim yapısını değiştirme işsizliği ve nüfusun bağımlılık oranını artırma gibi sosyo-ekonomik sorunlar doğurmaktadır. Bu da yaratılan katma değerin dolayısıyla verimin artmasını zorunlu kılmaktadır. Bu zorunluluk, hızlı bir altyapılaşmayı ve şehirleşmeyi de gerektirdiğinden verimlilikle nüfus artışı arasında olumsuz bir ilişkinin olduğu iddia edilmektedir. Bu görüş, hızlı nüfus artışının iktisadi olarak üretken yatırım sayılmayan demografik yatırımlara yol açmasından kaynaklanmaktadır. Demografik değişkenler arasında yer alan ve her türlü istatistiksel analize elverişli yaş, aile büyüklüğü, çocuk sayısı gibi unsurlar da verimlilik ile yakından ilgilidir. Ancak ulusal özellikler, kültür ve geleneklerin etki dereceleri bu yönde uluslar arası bir karşılaştırma yapılmasını zorlaştırmaktadır.[14]
2.2. Verimliliğin Ekonomik Yönleri
2.2.1. Verimlilik ve Ücret İlişkisi
Verimlilik-ücret ilişkileri özellikle 1960’lardan bu yana arz yönlü enflasyon modellerinin bir öğesi haline gelmiş ve işçi sendikalarının ücretleri verimlilik artışının oranının üzerinde bir hızla arttırması enflasyonun temel nedenleri arasında gösterilmiştir. Bu nedenle toplu pazarlık sürecinde verimlilik artışı ücreti belirleyen önemli bir öğe olarak ortaya çıkmış ve gelirler politikası çerçevesinde güncelliğini korumuştur. İşsizlik oranının yüksek olduğu ekonomilerde işgücü yerine sermaye yoğun teknolojilerin tercih edilmesi durumunda verimlilik konusu önem kazanmaktadır. Aynı şekilde enflasyon dönemlerinde verimlilik ve maliyetler arasında sıkı bir ilişki kurulmaya çalışılır. Sendikaların toplu sözleşmelerle sağladıkları ücret artışlarının verimlilik artışlarının üzerinde olması halinde birim maliyetlerin ve dolayısıyla fiyatların yükselmesi kaçınılmazdır. Bu durum ise, işverenin emek yoğun teknolojiler yerine sermaye yoğun teknolojileri ikame etmesine sebep olabilir. Bunun için verimliliği arttırmak birim maliyetleri düşürmek, fiyatları sabit tutmak, işçilerin reel ücretlerinin düşmemesini sağlamak gibi amaçları gerçekleştirmede tek yoldur.[15]
Verimliliğin arttırılması yolu ile birim maliyetlerin düşürülmesi dünya piyasalarında da rekabet imkanını sağlamak bakımından önemlidir. Ücret artışlarının verimlilikle ilişkilendirilmesi, işletmedeki bütün işçilerin belli amaçlar etrafında birleşmesini sağladığı gibi işletme içerisinde maliyetlerin azalması yolu ile kazançların arttırılması ve dolayısıyla istihdam hacminde de bir gelişmeye yol açar.[16]
Bu anlamda, verimlilik-ücret artışı ilişkisine dayanan bir ücret politikasının işçi, işveren ve genel ekonomi bakımından faydaları şu şekilde sıralanabilir.
· İşçinin artan verimden pay alacağını bilmesi, ona güven hissi aşılar. Bunun için fazla ücret edebilmek amacıyla iş değiştirmek yerine, üretimin arttırılması için eskiye oranla daha fazla çalışır. İşyerindeki makine ve malzemeyi en ekonomik biçimde kullanır.
· Firma ve ücret politikası sayesinde endüstriyel değişmelere daha kısa sürede uyum sağlar. Bu uyum firmaların büyümesine ve genişlemesine yol açacağı için istihdamda da bir genişleme görülecektir.
· Teknolojik değişmenin bir sonucu olarak işletmelerde üretim planlaması da değişecektir. Çalışan kişilerin yeni işe göre yetiştirilmesi yeni becerilerden en iyi biçimde yararlanması, pahalı ve hassa makine teçhizatın daha etkin kontrolü ve kullanımını gerektirir.
· Verimlilik-ücret artışı ilişkisi rekabet gücünü arttırmada da etkilidir bu ilişkiye dayalı bir ücret politikası, düşük maliyet, bu ise daha fazla mal satabilme, üretim ve istihdam demektir. Verimlilik-ücret artışı ilişkisi kurulu kapasiteden tam yararlanma imkanını da sağlar. Atıl iş gücü veya gizli işsizlik ortadan kaldırılabilir.
· Verimlilik-ücret artışı ilişkisi ekonomik büyümeyi hızlandırır, ekonomik büyüme ise kıt olan üretim kaynaklarının daha etkin kullanılması demektir. Özellikle kıt olan nitelikli iş gücünden daha etkin yararlanma gelişmekte olan ülkeler için ayrıca önem taşımaktadır.[17]
Verimlilik ücret artışı ilişkisi; işçiler açısından daha fazla ücret artışı ve iş güvenliği, daha huzurlu çalışma ortamı, maliyetlerin daha fazla düşmesi, yani fiyatların daha fazla düşmesi demektir.işverenler ise, verimlilik ücret artışı ilişkisini, aratan verimlilikten hisse alma daha düşük maliyet, daha fazla ürün elde etmek, kurulu kapasiteden tam yararlanma, kıt kaynakların rasyonel kullanılması, daha az grev, daha işlevsel bir ücret yapısı, teknolojik değişmelere karşı işçilerin tepkilerinin azalması, maliyetlerin düşmesi nedeniyle o endüstri veya işletmenin rekabet gücü ve ihracat imkanlarının artması olarak kabul etmektedirler.[18]
[1] TUNA Yusuf,…, s. 14-15
[2] TUNA Yusuf,…, s. 15
[3] TUNA Yusuf,…, s. 16
[4] TİMUR Hikmet, İş Ölçümü, İş Planlaması, Verimlilik, Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü Yayınları, no : 207, Ankara, 1984, s. 9
[5] TİMUR Hikmet,…, s. 9-10
[6] TİMUR Hikmet,…, s. 10
[7] TİMUR Hikmet,…, s. 10-11
[8] TİMUR Hikmet,…, s. 11
[9] AT ve Türkiye’ de Verimlilik ve Ücretler, Türkiye İşverenler Sendikası Konfederasyonu, TİSK, Ankara, 1991, s. 19
[10] AT ve Türkiye’ de Verimlilik ve Ücretler,..., s. 19
[11] AT ve Türkiye’ de Verimlilik ve Ücretler,..., s. 20-21
[12] AT ve Türkiye’ de Verimlilik ve Ücretler,..., s. 21
[13] AT ve Türkiye’ de Verimlilik ve Ücretler,..., s. 22
[14] AT ve Türkiye’ de Verimlilik ve Ücretler,..., s. 22-23
[15] AT ve Türkiye’ de Verimlilik ve Ücretler,..., s. 23-24
[16] AT ve Türkiye’ de Verimlilik ve Ücretler,..., s. 24
[17] AT ve Türkiye’ de Verimlilik ve Ücretler,..., s. 24-25
[18] AT ve Türkiye’ de Verimlilik ve Ücretler,..., s. 25
2.2.2. Verimlilik İktisadilik ve Karlılık İlişkisi
Verimlilik iktisadilik ve karlılık arasındaki ilişkinin daha iyi anlaşılması için iktisadilik ve karlılık kavramlarından bahsedelim.İşletmelerin kuruluş amaçlarının belki de en önemlisi kardır. Her işletme istisnalar hariç, kar elde etmek için faaliyetlerini devam ettirir. İşletmenin yapmış olduğu satışlarla ilgili malın maliyeti arasındaki pozitif fark olarak tanımlanan kar rekabet ortamında faaliyet gösteren işletmelerin peşinde koştuğu bir olgudur. Çünkü;kar, sadece çalışanlarına ücret artışı ile sahibine gelir sağlamakla kalmayıp, aynı zamanda firmayla ilgili birinci dereceden çıkar gruplarının toplum nazarında sosyal prestijlerini de yükseltmektedir. Her işletmenin başarısı nihayetinde onun elde ettiği karla ölçülür. Başak bir deyişle, kar işletmenin amaçlarını gerçekleştirmede bir başarı ölçüsü olarak kabul edilmektedir.[1]
Literatürde iktisadilik kavramıyla ilgili olarak çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Özellikle, iktisadilik ve karlılık arasındaki ayrıntı kesin olarak ortaya konamamış ve bu yüzden de bir terim karışıklılığı ortaya çıkmıştır. İktisadiliğin doğru bir tanımını verebilmek için, her şeyden önce bu kavramın sahasını tam olarak tespit etmek gerekmektedir. İktisadiliğin sahası da verimlilikte olduğu gibi, işletmedir. Ancak, iktisadilik oranını oluşturan unsurlar verimlilikten farklı olarak üretimden elde edilen gelirler ile üretim sırasında harcanan maliyet giderleridir.[2]
Bu duruma göre, iktisadilik üretimden elde edilen mal veya hizmetlerin satışından elde edilen gelir tutarının , üretim sırasında meydana gelen maliyet giderleri tutarına oranıdır. İşletmede iktisadiliğin artabilmesi için,ya belirli bir zaman parçası içinde meydana gelen maliyet giderleri tutarı sabit tutularak, aynı zaman parçası içinde elde edilen satış gelirlerini arttırmak veya söz konusu zaman parçası içinde gerçekleştirilen gelir tutarına, daha az maliyet gideri harcamak suretiyle ulaşılması gerekmektedir. [3]
Verimlilik, iktisadilik ve karlılık birbirlerini olumlu veya olumsuz şekilde etkileyebilirler. İşletme iktisadı literatüründe bazı yazarlarca ileri sürüldüğü üzere; işletmelerin amacı, yalnızca karlılığı arttırmak üzere faaliyet dönemi karını azami kılmak değildir. Karlılığın önemini inkar etmemekle beraber, iktisadi faaliyetlerin amacının karlılık ile sınırlandırılması doğru değildir. Söz konusu iktisadi organizasyonda en aşağın karlılık kadar, hata ondan daha da önemli olarak iktisadilik ve verimlilik gelmektedir. Özellikle, üretim faaliyetlerinde üretim faktörlerinden optimal faydanın sağlanmasını öngören verimliliğin gerçekleştirilmesi karlılıktan çok daha önemli bir amaçtır.[4]
Her iktisadi organizasyonun amacı , her şeyden önce varlığının devamlılığını sağlamaktır.bu ise, uzun vadede, gelir tutarlarının en azından gider tutarlarını karşılayabilecek yükseklikte olmasını gerektirmektedir. Gelirlerin arttırılması bir yandan üretim miktarının arttırılmasına bağlı olduğu gibi diğer yandan da satış tutarlarının arttırılmasına bağlı bulunmaktadır.verimlilik üretimden elde edilenlerin üretimin sırasında harcanan üretim faktörlerine oranı ifade ettiğinden verimliliğin arttırılması için ya üretime konan faktörlerin miktarını sabit tutarak üretimden elde edilen mal veya hizmetlerin miktarını arttırabilmek ya da üretimden de edilen mal veya hizmetlerin miktarını sabit tutarak, üretimde harcanan üretim faktörlerinin miktarını azaltabilmek gerekmektedir. Verimlilik artışının bir iktisadilik artışına dönüşebilmesi için üretimden elde edilen mal veya hizmetlerin ayrıca satılmış olması gerekmektedir.[5]
Verimlilik ve iktisadilikte meydana gelen bir artışın karlılığı da olumlu şekilde etkileyeceği açıktır. Fakat karlılıkta meydana gelen bir artışın aynı şekilde, verimlilik ve iktisadilikte de bir artış sağlayacağı kolaylıkla ileri sürülemeyecektir. Teşebbüs karlılığın da meydana gelecek bir değişikliğin üretim faaliyetleri üzerindeki etki derecesi ne olabilecektir? Karlılık oranını oluşturan faktörlerden biri olan dönem karı, teşebbüs içi ve dışı bir sürü faktörlerin etkisindedir. Örneğin verimlilik ve iktisadilik bakımından hiç de iyi durumda olmayan bir teşebbüs bir takım spekülatif faaliyetlerle dönem karını arttırmak suretiyle karlılık oranını yüksek tutmuş olabilir. Karlılıkta böyle meydana gelmiş bir artışın ise verimlilik ve iktisadilik üzerinde hiçbir olumlu etkisi olmayacağı açıktır.[6]
3. VERİMLİLİĞİN ÖNEMİ
Kalkınmış ve kalkınmakta olan ülkelerde verimlilik artışının sorununun bilincine varılması, dolayısıyla da verimlilik ölçümü ve verimlilik arttırıcı tekniklerin geliştirilip yaygın olarak kullanılması gereğinin kavranması oldukça yeni bir gelişmedir. Gerçekten de ulusal ve uluslar arası pazarlara yönelik üretim yapılması amacı üretimde kullanılan faktörlerin giderek kıtlaşması ve buna bağlı olarak ortaya çıkan faktör fiyatlarının pahalılaşması, günümüzde özellikle kalkınmış ülkelerde kaynakların daha verimli kullanımı sorununu gündeme getirmiştir. [7]
Ulusal ya da uluslar arası pazarlarda satmak amacıyla üretim yapan her işletme, belirli bir noktadan sonra yalnızca üretimde kullandığı her türlü kaynağı diğer işletmelerden daha verimli kullanma seçeneğine sahiptir. Ancak böylelikle varlığını sürdürebilir, giderek kendini genişleterek yeniden üretebilir. Aynı şekilde, toplumların refah düzeylerinin daha da yükseltilmesi, ülkelerin ekonomik, dolayısıyla da siyasal bağımsızlığını koruyabilmesinin güvencesi, ancak o toplumun ve ülkenin sahip olduğu kaynakları öteki toplum ve ülkelerden daha verimli kullanmasıyla mümkündür. Öte yandan örneğin ABD ‘de yapılan çeşitli araştırmalar, bugünün gelişmiş ülkelerinde ekonomik büyümenin girdi miktarlarındaki artışlardan çok, toplam verimlilik artışlarıyla sağlanabildiğini açıkça ortaya koymuştur. Dolayısıyla, bu ülkelerde her tür kaynağın kullanımında verimlilik düzeyinin yükseltilmesine yönelik yoğun çabalar sürdürülmektedir. [8]
Serbest piyasa ekonomisiyle yönetilen ülkelerde yeni yatırımların yapılması, işletmelerin elde ettiği ekonomik sonuçlar ile doğrudan bağlantılıdır. Bu durum, bir ülkenin diğer ülkelerle rekabet edebilmesine imkan sağlamaktadır. Örneğin ülkemiz açısından düşünüldüğünde özellikle AT ‘ye tam üyelikten sonra sanayiimizin karşılaşacağı uluslar arası ve topluluk içi rekabetin göğüslenmesinde kaliteli çalışma kadar yeni yatırımlar sonucu yeni katma değer artışlarının olması temel faktörlerdir. Bu da yüksek verimlilik artışlarıyla sağlanır. [9]
Öte yandan verimlilik, yatırım ve gelir politikalarının belirlenmesinde üretim faktörlerinde meydana gelen dalgaların zamanında tespit edilmesi ve gerekli tedbirlerin alınabilmesinde önemli bir vasıtadır. Ayrıca, ülke kalkınmasının hızlandırılmasında , enflasyon oranlarını düşürülmesinde, ulusal gelirin paylaşılmasında, iletmelerin rasyonel bir şekilde işleyip yatırımların planlanmasında ülkeler arası ekonomik karşılaştırmalarda kullanılan vasıtaların başında verimlilik gelmektedir. [10]
Bir kısmi verimlilik türü olan emek verimliliği, günümüzde öylesine bir önem kazanmıştır ki, özel bir ayırım yapılmadığı sürece verimlilik kavramı emek verimliliği anlamında kullanılmaktadır. Bu anlamda, emek verimliliği elde edilen bir ürünün yine o ürünün elde edilmesinde kullanılan emeğe oranı olarak tanımlanabilir. Daha açık bir ifade ile verimlilik denince emek verimliliğinin akla gelmesinin temelinde emek kavramının içerdiği unsurlar yer almaktadır. Emek, ona sahip olanın iradesi dışında kullanılamayan, biriktirilemeyen, ekonomik yönünden sosyal ve politik yönü ağırlık taşıyan bir unsur olarak diğer üretim faktörlerinden ayrılmaktadır. Diğer üretim faktörlerini birleştiren, onlara canlılık kazandıran bir unsur olarak büyük önemi olan emeği bu faktörlerden ayıran en önemli fark, psikolojik, sosyal ve ekonomik yönden birtakım beklentilerin olmasıdır. İşte bu anlamda verimlilikteki değişmelerde en önemli fonksiyonların emekte toplanması verimlilik denilince emek verimliliğinin ala gelmesine yol açmaktadır. Sonuç olarak verimlilik, ağırlıkla emek verimliliği kavramıyla gelişen ekonomik sistemlerde vazgeçilmez bir kavram haline gelmiştir.[11]
3.1. Verimliliğin Ülke Ekonomileri Açısından Önemi
Bir ülke ekonomisinin genel durumunu ve gidişini belirlemede kullanılan işsizlik, enflasyon ithalat-ihracat, döviz kuru v.b. ekonomik göstergeler içinde verimliliğin önemli bir yeri vardır. Uluslar arası istatistiklerde verimlilik trendleri incelenirse, ülkelerin hayat standartları arasında büyük bir korelasyon bulunduğu görülür. Şekil 1’deki verimlilik spirali bu ilişkiyi temsil etmek amacı ile çizilmiştir. Verimlilik artışı düşük fiyatlarla tüketiciye yansıtılınca fiyatlar düşer ve talep artar. Talebin artışı üretimi ve bu da AR-GE’ye verilen önemi arttırır. Geliştirilen yeni teknoloji ve yöntemler verimliliği ve bu da aynı şekilde tekrar talebin artmasına yol açar. Böylece reel değerlerle daha az maliyet ile daha fazla satın alabilen tüketici için hayat standardı yükselmiş olur. [12]
Yukarıdaki ifade aynı zamanda verimlilik ve ekonomik kalkınma arasında sıkı bir ilişkinin bulunduğunu ortaya koymaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkeler bakımından, faktör seviyelerindeki artışla beraber bu faktörlerin verimlilik seviyelerin de meydana gelecek artışların önemi büyüktür. Nurkse’nin işaret ettiği gibi az gelişmiş ülkeler hem arz hem de talep yönünden “fakirliğin kısır döngüsü içindedirler. Bilindiği gibi, bu ülkelerde reel gelir seviyesi düşüktür. Bu durum yatırımların da düşük bir seviyede kalmasına yol açar. Açıktır ki, yatırımlar sınırlı olunca, verimlilik seviyesi de düşük olmakta ve sonuç olarak, tekrar düşük bir gelir seviyesine ulaşılmaktadır. Aşağıdaki iki şekil az gelişmiş ülkelerin içinde bulunduğu bu durumu gösterir
[1] İBİCİOĞLU Hasan, Doktora Tezi, s. 13
[2] PEKİNER Kamuran, İşletmelerde Produktivite Denetimi, İstanbul Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 1971, s. 18
[3] PEKİNER Kamuran,..., s. 18-19
[4] PEKİNER Kamuran,..., s. 22-23
[5] PEKİNER Kamuran,..., s. 23
[6] PEKİNER Kamuran,..., s. 23
[7] AT ve Türkiye’ de Verimlilik ve Ücretler,..., s. 17
[8] AT ve Türkiye’ de Verimlilik ve Ücretler,..., s. 17-18
[8] AT ve Türkiye’ de Verimlilik ve Ücretler,..., s. 18
[8] AT ve Türkiye’ de Verimlilik ve Ücretler,..., s. 18
[11] AT ve Türkiye’ de Verimlilik ve Ücretler,..., s. 18-19
[12] KOBU Bülent, Üretim Yönetimi, İstanbul Üniversitesi İşletme Fakültesi Yayın no: 01, İstanbul, 1996, s. 584-585
Şu halde, bu ülkelerin bu kısır döngü içinden çıkabilmeleri verimlilik artışlarına bağlıdır. Verimlilikte meydana gelecek artışlar reel geliri de arttıracaktır. Artan reel gelirle beraber tasarruf ve harcamalarda artacak ve bu durum yatırımların artmasına yol açacaktır. Sonuç olarak daha yüksek bir verimlilik ve reel gelir seviyesine ulaşılacaktır. Görüldüğü gibi, özellikle az gelişmiş ülkelerin kalkınma çabalarında verimliliğin rolü ve önemi büyüktür. Bu nedenle de bu önemin aynı zaman da bu ülkelerin ekonomik politikalarına da yansıması, yararlı ve gerekli görülmektedir.[18]
3.2. Verimliliğin İşletmeler Açısından Önemi
Verimlilik gücü ulusal ekonomilerin kalkınma ve gelişme potansiyelleri bakımından, dünya ekonomisi ve nihayet işletmeler açısından büyük önem taşımaktadır. Bu nedenledir ki; doğal kaynakların tükenmesi ve açlık nedeniyle dünya ekonomisi, üretim miktarlarının belirlenmesi, uluslar arası karşılaştırmalar yönleriyle ulusal ekonomileri; işletme yönetimi, karlılık ve başarı derecelerini saptama açılarından da işletmeleri ilgilendiren günümüzün verimlilik yarışması başta gelen bir önem kazanmaktadır.[1]
İşletmelerin nihai amaçlarını hayatiyetlerini devam ettirmek suretiyle kar elde etmek olduğu bilinen bir olgudur. Bu noktada gelişen ve rekabetçi unsurların hız kazandığı dünyamızda işletmelerin daha tutarlı ve rasyonel karar almalarının ne denli önemli olduğu gerçeği de ortaya çıkmaktadır. Daha açık bir ifadeyle işletmelerin kar maximizasyonu ve maliyet minimizasyonu yapmalarının gerekliliği kendini göstermektedir.[2]
Verimliliğin işletmeler açısından önemi iki nokta da toplanır.
Birincisi; verimlilik işletmenin başarı derecesini ve karlılık durumunu gösterir. Rekabet ortamına ayak uyduran bir işletmenin başarılı olmasında en önemli faktör, o işletmenin teknolojik gelişmelere ayak uydurarak gerçek maliyetini düşürmesi, birim ürün için kullanılan girdi miktarını azaltmasıdır. İmput-Output arasındaki oranı verimlilik olarak algıladığımıza göre, işletmenin başarısı verimlilikteki artışa bağlıdır. Belli bir girdi miktarına tekabül eden çıktı miktarının artması o işletmenin verimli çalıştığı anlamına gelir ve bu üretimin satışlarla desteklenmesiyle de karlı olmasına olanak verir. [3]
İşletmelerin başarısı verimli çalışmalarına bağlı olmakla beraber tüm işletme bazındaki fonksiyonların etkin icra edilmesi de işletme başarısında önemlidir. Rekabetçi ortamda faaliyet gösteren işletmelerin uzun dönemli karlılık oranları; verimliliklerini yansıtan bir araç olarak görülebilir. Serbest rekabet ortamında faaliyet gösteren tüm işletmeler, aynı fiyatla karşılaştıkları için bu işletmelerin karlarındaki artışlar girdilerin maliyetlerinin azalmasına yani verimlilik artışına bağlıdır, öte yandan, verimli çalışmayan bir işletmenin kar elde etmesi ancak spekülatif kazançlardan ibarettir ve bu tür karlar da işletmelerde yanlış değerlendirmelere neden olmamalıdır.[4]
İkincisi; verimlilik işletme yönetimi açısından ayrı bir öneme sahiptir. İnput-output ilişkileri işletme yöneticisine sağlam bir denetim aracı olabilir. Her yönetici değerlendirme ve işletme ile ilgili çeşitli kararlarda, bir takım verilere dayanmak ister. İnput- output oranı işletme yöneticisine bu olanağı sağlamaktadır. Çağımızda işletmelerde yönetimin ekonomik ve teknik yönlerinin birbirini tamamlayacak şekilde önem kazandığı buna karşın yöneticilerin teknik konular dışında ekonomik konulara yabancı kalmaları olasılığı dikkate alındığında verimlilik ve verimliliğin ölçülmesini yöneticiye teknik birtakım olanaklar sağladığı söylenebilir. Elde olunan üretim miktarı ile, bu üretimi elde etmek içi kullanılan faktörler arasındaki oran olarak ifade edilen verimlilik işletmenin tüm alt sistemlerinde ve global bazda göz önünde tutulması gerekli bir olgudur.[5]
Bir işin verimlilik ya da rasyonellik derecesi, etkinliğine yani etkinlik derecesine bağlıdır. Ancak rasyonel olmayan yani çok pahalıya mal olan fakat etkili olan işler de vardır. Aynı şekilde etkinlik derecesi düşük olan bir işin çoğu ucuza mal olduğu için rasyonelliği artmış sayılabilir. işletmelerin kar elde etmelerinde verimliliğin arttırılması işletmelerin önünde gelen stratejik amaçlarındandır. Verimliliğin arttırılmasında sadece üretimde verimliliğin arttırılması yetmemekte hammaddenin elde edilmesinden üretilen mamullerin tüketiciye ulaştırılmasına kadar yapılan bütün işlemlerde verimlilik artışı önemlidir. [6]
Verimlilikle ilgili ilkeler olarak dikkate alabileceğimiz diğer durumlar:
· Bir faaliyet hareket veya davranış olanaklı olduğu kadar yöneltilmiş bulunduğu amaca ulaştırılmalıdır. Bu duruma izin etkinliği denir. On iki ye isabet kaydeden bir nişancını etkinliği yüzde yüzdür.
· Bir işin olanaklı olduğu kadar az harcama veya fedakarlıkla yani, en ucuz şekilde amacına ulaşması gerekir. Bu duruma işin verimliliği denir. Bunlara etkinlik ve verimlilik ilkeleri denilebilir.[7]
İşletme yönetimi açısından verimliliğin aynı kalması, artması veya azalmasının sonuçları şunlardır.
· Verimliliğin sabit kalmasının sonuçları:
Aynı üretim = aynı üretim faktörleri ,
Üretimde artış = üretim faktörlerinde aynı oranda artış ,
Üretimde azalış = üretim faktörlerinde aynı oranda azalış,
· Verimliliğin arttığını gösteren sonuçlar şunlardır:
Aynı üretim = daha az üretim faktörü,
Üretimde artış = aynı üretim faktörü,
Üretimde azalış = üretim faktörlerinde daha çok azalış,
Üretimde artış = üretim faktörlerinde daha az artış,
· Verimliliğin azaldığını gösteren sonuçlar ise şunlardır:
Aynı üretim = daha çok üretim faktörü ,
Üretimde artış = üretim faktörlerinde daha çok artış,
Üretimde azalış = aynı üretim faktörü,
Üretimde azalış = üretim faktörlerinde daha az azalış ,[8]
3.3.Verimliliğin İşletme Yönetimi ve Rekabet Gücü Açısından Önemi
Hızlı küreselleşme ve bu gelişmenin itici güçleri, yeni piyasa şartları yaratmıştır. Ulusal ve uluslararası piyasa yapıları değişmiş ve üretim sistemleri, mal ve hizmet, bilgi, finansman ve diğer ticaret konusu unsurlara yönlendirilmiştir. Küresel ekonomi rekabetçiliğinin anlamı, sürekli değişen piyasa ortamında en avantajlı konumu alma yeteneğidir. Rekabetçilik, artan bir şekilde, kaliteye, hıza, teknik üstünlüğe ve hizmet ve ürün farklılaşmasına dayanmaktadır. İster ulusal, ister sektörel veya firma bazında olsun, rekabetçiliğin en önemli unsurlarında biri toplam verimliliği arttırmaktır. [9]
Değişen piyasa yapısı gibi, değişen üretim yöntemleri ve üretim organizasyonu da, yeni verimlilik, gelişme ve yönetim kavramlarını beraberinde getirmektedir. Daha önce, sanayi devrimiyle birlikte Taylor prensiplerine göre, verimlilik artışı ile ilgili birçok kavram, usul ve teknik geliştirilmişti. Zamanımızda ise hızla değişen müşteri tercih ve beklentileri doğrultusunda ortaya çıkan yeni üretim sistemleri ve yeni çalışma organizasyon şekilleri, bu usullerin ve yaklaşımların geliştirilmesi zorunluluğunun birer sonucu olmuştur.Verimliliğin ve rekabetçiliğin anahtarı olan insan unsurunun önemi de bu çerçevede tam olarak anlaşılmalı ve dikkate alınmalıdır. [10]
Ülkelerin küresel ekonomiye entegrasyonunda, verimlilik artışının hayati bir rolü vardır. Küreselleşmenin getirdiği üretim ve ticaretteki büyüme fırsatları ve artan rekabet, ülkelerin yerel ve ulusal pazarlarına dönük sanayilerinde verimlilik ve rekabet gücü artışını gerekli kılmaktadır. Özellikle gelişmekte olan ülkelerde, yatırımların artırılmasıyla daha fazla istihdam imkanı yaratılması ve mevcut istihdamın korunması, keskin rekabet ortamında önem kazanmaktadır. Verimliliğin ulusal kalkınma ve firma yaşamı için temel bir kaynak olduğu kuşkusuz bir gerçektir. Hayat standardı, bir ülke ekonomisinin birim başına düşen mal ve hizmet üretim değeri ile ölçülen verimliliği ile tespit edilir. Verimlilik arkasından rekabetçiliği getirir. Verimliliğin potansiyel seviyesine henüz tam olarak ulaşıldığı söylenemez. Hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülkelerde bilinçli gayretlerle dikkate değer (%5-9) yıllık üretim artışları sağlandığı gibi, yüksek üretim sıçramaları da gözlenmektedir. Kanada'da yapılan bir araştırmada, yaratılan saat başına katma değerin en iyi ve orta vasıflı işçiler arasında %20'den %90'a kadar değişen farklar gösterdiği vurgulanmaktadır. Hedef, potansiyel ve gerçekleşme arasındaki farkların birçok nedeni vardır. İşletmecilik sorunları; büyümenin uzun vadeli ve uygun stratejilere dayandırılarak değil, kısa vadeli bir konu olarak ele alınması gibi... Başarılı firmalar, verimliliği iş stratejisinin bir parçası sayıp, değişen ortama uyum sağlamak için dinamik bir unsur olarak ele alır ve sürekli gözden geçirirler. [11]
Özel durumlar için geliştirilen birçok verimlilik çalışmasının, farklı ekonomik, sosyal ve kültürel şartlarda uygulandığı zaman yetersiz kaldığı açıkça görülmüştür. Aynı işletmenin bile, değişen dış ortam ve yeni problemler nedeniyle farklı zamanlarda farklı yaklaşımlara ihtiyacı vardır. İşletme, verimliliği etkileyen temel faktörleri ve stratejileri tanımalı ve kendi problemine ve çevresine göre kendi stratejisini ve hareket planını uygulamalıdır.[12]
Çağımızda, ekonomik, teknolojik ve sosyal alanlardaki hızlı ve sürekli gelişmeler işletmeleri derinden etkilemektedir. Bu gelişmelere uyum sağlama çabası bizi yüksek performans araştırmalarına yönlendirir. Darwin, çok kuvvetli ya da çok zeki olanların değil, sadece bu değişikliklere en iyi uyum sağlayanların ayakta kalabileceğine işaret etmiştir. Şirketleri, temel varsayımlarını ve stratejilerini yeniden oluşturmaya zorlayan önemli kriterler şekilde sunulmuştur. [13]
Burada ilk çarpıcı husus değişimin seyridir. Farklı kurumlar değişikliklerden farklı şekillerde etkilenir, ancak hiçbir işletme tamamen kayıtsız kalamaz. Uzun ömürlü firmalar çevreye, öğrenmeye ve değişime sürekli olarak uyum sağlamaya karşı duyarlı olanlardır. Verimlilik artışı değişiklikleri kabul etmeye bağlıdır. Bu da bizim algılamamızı, davranışlarımızı ve fikirlerimizi değiştirmemizi gerektirir. Ancak, birçoğumuz hala bir şekilde, bu değişikliklerin bizi etkilemeyeceğine inanırız. Fakat önemli olan gerçeği algılamak ve kabullenmektir. Geçmiş başarılarımızın arkasına sığınıp, alışkanlıkların rahatına ve güvenine kanmamalıyız. Bu nedenle firmalar çevreyi incelemeli, neler olduğunu anlamalı ve gerekli ayarlamaları yapmalıdır. Kurumlar esnek ve atak olmak zorundadır. [14]
Başarılı firmalar, değişimin oluşumu ile birlikte ürün, hizmet ve organizasyon yapılarında da düzenli olarak değişiklik yapacak stratejiler geliştirirler. Buna "zaman uyumu" denir. "Zaman uyumu" ifadesi, belirli bir takvim doğrultusunda yeni ürün ve hizmet yaratma, yeni iş başlatma ve yeni pazarlara girmeyi ifade eder. Zaman uyumlu firmalar çok hızlı olmakla birlikte, bunu sürat ile karıştırmamak gerekir. Zaman uyumu tanım olarak düzenli, ritmik ve çevik olmak demektir. Zaman uyumu, işletmelerde düzenli hedefler konarak uygulanır. Tıpkı bir metronom gibi, zaman uyumu, firmadaki değişiklik için öngörülebilir bir ritim sağlar. [15]
İş dünyası çok karmaşık, çeşitli ve dinamik bir yapı kazanmıştır. Teknoloji, insan, bilgi, para ve idare sistemleri, birbirlerine bağımlı bir dünya ve şiddetli rekabetçi pazarlar yaratarak daha önce olduğundan çok daha fazla serbestçe hareket etmektedir. Firmalar ürünlerini bir ülkede tasarlamak, başka birinde imal etmek, diğerlerinden malzeme satın almak ve tüm dünyada satmak özgürlüğüne sahiptir. Bu konudaki kararlar, çeşitli ülkeler tarafından sunulan avantajlar, teknik beceri seviyesi ve ekonomik şartlar doğrultusunda alınır. Başarılı firmalar, piyasada rekabetçi bir yer elde etmek için sürekli olarak yenilikçi stratejiler tasarlamaktadırlar. [16] .
Firmalar bir taraftan birbirleriyle rekabet ederken, diğer taraftan iletişim, ulaştırma, araştırma, eğitim ve teknik beceriler gibi ulusal altyapıları geliştirici kalkınma tedbirleri ve çalışmaları bu rekabeti desteklemektedir. Hükümetler, verimliliği artırıcı bir ortam yaratmalı ve bu doğrultuda bir politika izlemelidir. [17]
Firmalar bir taraftan birbirleriyle rekabet ederken, diğer taraftan iletişim, ulaştırma, araştırma, eğitim ve teknik beceriler gibi ulusal altyapıları geliştirici kalkınma tedbirleri ve çalışmaları bu rekabeti desteklemektedir. Hükümetler, verimliliği artırıcı bir ortam yaratmalı ve bu doğrultuda bir politika izlemelidir. [17]
[1] ALPUGAN Oktay, DEMİR Hulusi, OKTAY Mete, ÜNER Nurel,…, s. 14
[2] İBİCİOĞLU Hasan,..., s. 29-30
[3]İBİCİOĞLU Hasan,..., s. 30
[4]İBİCİOĞLU Hasan,..., s. 30
[5] İBİCİOĞLU Hasan,..., s. 31
[6] İBİCİOĞLU Hasan,..., s. 31
[7] İBİCİOĞLU Hasan,..., s. 31-32
[8] DİNÇER Ömer, FİDAN Yahya, İşletme Yönetimine Giriş, İstanbul, 1995, s. 59
[9] http://www.tisk.org.tr/isveren/mart2001/istlmeyn.htm
[10] http://www.tisk.org.tr/isveren/mart2001/istlmeyn.htm
[11] http://www.tisk.org.tr/isveren/mart2001/istlmeyn.htm
[12] http://www.tisk.org.tr/isveren/mart2001/istlmeyn.htm
[13] http://www.tisk.org.tr/isveren/mart2001/istlmeyn.htm
[14] http://www.tisk.org.tr/isveren/mart2001/istlmeyn.htm
[15] http://www.tisk.org.tr/isveren/mart2001/istlmeyn.htm
[16] http://www.tisk.org.tr/isveren/mart2001/istlmeyn.htm
[17] http://www.tisk.org.tr/isveren/mart2001/istlmeyn.htm
[18] BAŞKAN Ayhan,…, s. 17
4. VERİMLİLİK DÜZEYİ DEĞİŞİMİ İLE GÜDÜLEME İLİŞKİLERİ
Verimliliğin geliştirilmesinin işletmeler bakımından stratejik öneme sahip olduğu konusu yadsınamaz. Verimlilik düzeyinin yüksekliğine işletmenin sahip olduğu teknoloji, istihdam edilen iş görenler ve işletmenin benimsediği yönetim kültürü etki eder. Bu etkili olan değişkenlerin odağında ise işletmede çalışan iş görenler yer alır. Zira sahip olunan teknoloji ne kadar yeni olursa olsun, ne kadar modern olursa olsun bu teknolojinin en verimli bir biçimde kullanılması çalışanların performansına bağlıdır. [1]
İşletmelerde çalışanları verimliliğin yükseltilmesine doğru yönlendirmede de etkili olan konu güdülemedir. Güdüleme en yalın haliyle kişileri belli bir amaca doğru isteklendirme ve isteklendirme de etkili olabilecek değişkenleri belirleme olarak tanımlanabilir. Bu durumda verimliliği sürekli olarak geliştirebilmek için güdüleme konusundan yararlanılmalıdır. Çünkü kişileri ancak isteklendirebildiğimiz ölçüde verimliliği yükseltmeye yönlendirebiliriz. Fiziksel koşullar nedenli iyi olursa olsun, teknoloji ne denli modern olursa olsun, bunları verimliliği yükseltme amacı yolunda kullanacaklar işletme de çalışanlardır. Öyleyse bu amaca yönelik bir güdüleme kültürü oluşturulmalıdır. [2]
Bir kez çalışanların verimliliğin geliştirilmesi konusunda hem fikir olmaları gerekir. İşletme amaçları ile çalışanların amaçlarını bütünleştirmek içinde bu gereklidir. Aynı şekilde bu amacın işgörenlerce de benimsenmesi için güdüleme gereklidir. İşletmelerde verimliliğin sürekli geliştirilmesi sonrasında kuşkusuz işletmeler, verimliliği geliştirme amaçlarına ulaşabileceklerdir. Ancak, bu amaca ulaşabilmek gerçekte işgörenler için yeterli olmaya bilir. Verimliliğin arttırılması sonrasında, işgörenlerin nedenli yararlılıklar elde edeceği konusunun da çok anlaşılır bir biçimde önceden belirlenmesi, güdüleme konusunda oldukça büyük öneme sahiptir. Verimlilik artışının ekonomik olarak ne oranda işgörenlere yansıyacağı konusu açıklıkla belirlenmedikçe çok çalışmanın, verimliliği yükseltmenin sonrasındaki belirsizlik işgörenlerin yeterli performans gösterememelerine neden olabilecektir.[3]
Bu nedenle verimliliği yükseltmenin ekonomik katkısının işgörenlerce performans öncesi bilinmesi gereklidir.
Bu açıklamalar konunun ekonomik penceresini oluştururken bir de psikolojik, sosyolojik pencereleri unutmamak gerekir. Verimlilik düzeyi amaçların yönetim ile işgörenlerce birlikte be3lirlenmesi, ekonomik olmayan psikolojik bir konudur. Bu konu aynı zamanda yönetim kültürünün katılımcılığı ile ilgilidir. Öyleyse verimliliği geliştirmeyi hedefleyen işletmelerin-ki böyle bir hedef zorunluluktur- yönetim yaklaşımlarını katılımcı olarak tasarlamaları gereklidir. Yönetim yaklaşımlarını katılımcı olarak tasarladıktan sonra, işletmelerin bu katılımcılığı aksiyona geçirecek, eyleme dönüştürecek mikro katılımcı programları belirlemeleri gerekledir. Kalite kontrol grupları, otonom çalışma grupları katılımcı yönetim yaklaşımının uygulanmasının sağlayan katılmalı yönetim teknikleridir. [4]
Verimlilik düzeylerini sürekli değiştiren işgörenler doğrudan işletmenin gelişmesine katkı sağlamış olacaklardır. Bunun sonrasında ise işgörenlerin işletmelerden başka beklentileri de doğabilecektir. İşgörenlerin yükseltilmesi konusu, işgörenlerin temel beklentilerinden bir tanesidir. Verimlilik düzeyi yükseldikçe işgörenler yönetim kademelerinde yer almak isteyeceklerdir. Çalışanların verimliliğini yükselttikten sonra, yükseltmeyi öngören veya işgörenin gelir düzeyini yükselten bir güdüleme politikası izlenmelidir.[5]
Çalışanların verimlilik yönelimli güdülenmesine ilişkin ekonomik ödüllendirmeyi, yükseltmeyi, yeni roller vermeyi içeren çok çeşitli güdüleme kuramları vardır işletmecilik literatüründe sıklıkla yer alan belirgin kuramlar şunlardır:
· Abraham MASLOW’un ihtiyaçlar hiyerarşisi kuramı,
· Frederick HERZBERG’in çift etmen kuramı,
· Victor H.VROOM’ un beklenti kuramı,
· Eşitlik kuramı,
· Lyman W.PORTER ve Edward E. LAWLER’in beklenti kuramı
· B.F.SKİNNER’in pekiştirme kuramı,
· David C. Mc CLEVLAND’ın başarı ihtiyacı kuramı,[6]
4.1.Verimliliğe İlişkin Güdüleme Kuramları
İşletmelerde verimliliğin arttırılması konusunda çeşitli araştırma ve incelemeler yapılmıştır. Neo-klasik dönemde insan unsuru üzerinde durulmuştur. Verimliliğin geliştirilmesi ve başarının sağlanması için çalışanların psikolojik yönden tahlil edilerek kazanılması gereği üzerinde durulmuştur. [7]
4.1.1. Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi
Abraham MASLOW’un kuramı önemli bir temel özelliğe sahiptir. Bundan dolayı bu teorinin hatırlanması gerekmektedir.
· Birinci varsayım, bireyin sahip olduğu her davranışın sahip olduğu belirli ihtiyaçları gidermeye yönelik olduğuna dayanmaktadır. Kişi ihtiyaçlarını gidermek için belirli yönlerde davranış sergiler, dolayısıyla ihtiyaçlar davranışı etkileyen önemli bir faktördür.
· İkinci varsayım ise, ihtiyaçların sırasıyla ilgilidir.bu varsayıma göre kişi belirli bir sıralama gösteren ihtiyaçlara sahiptir. Alt basamaklarda bulunan ihtiyaçlar giderilmeden üst basamaklardaki ihtiyaçlar bireyi davranışa sevk etmez.[8]
Bu yaklaşıma göre bireyin ihtiyaçları beş temel grupta toplanmıştır. Birinci grupta yer alan ihtiyaçlar, bireylerin en temel ve en ilkel ihtiyaçlarıdır. En tepe noktada yer alan beşinci gruptaki ihtiyaçlar ise en yüksek düzeydeki ihtiyaçları oluşturmaktadır. Bu ihtiyaçların oluşturduğu hiyerarşi şöyledir.
· Fizyolojik ihtiyaçlar: Yeme, içme, seks ve uyku ,
· Güvenlik ihtiyaçları: İş şartları, iş güvenliği, sosyal ve yan ödemeler,
· Sosyal ihtiyaçlar: İşyerindeki arkadaşlıklar, tüketiciler ile iletişim halinde bulunma gibi konular,
· Benlik ihtiyaçları: Bireyler kendilerini başkalarına karşı göstererek benlik ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırlar,
· Kendini gerçekleştirme ihtiyaçları: Bireylerin sahip oldukları potansiyellerini geliştirme ve yaratıcılıkla ilgili konulardır.[9]
4.1.2. Herzberg’in Çift Etmen Kuramı
İşyerinde işgörenin kötümser olmasına yol açan ve işten ayrılmasına ve tatminsizliğine neden olan işyeri koşulları ile, işyerinde işgöreni mutlu kılan, işine bağlayan özendirici ya da doyum sağlayan koşulların ayırt edilmesi gerekmektedir. Ancak, bunların yokluğu nötr bir durum yaratmakta, işgöreni kötümser yapıp doyumsuzluğa yol açmaktadır. Ancak, bunların varlığı işgöreni güdülememekte, sadece bunlara sahip olmakla doyuma ulaşmamaktadır. İç ve dış faktörler için işin içeriği ve çevresi ayırımı psikolojideki iç ve dış güdüleyiciler ayırımına benzer. İç güdüleyiciler işin yapılması sırasında gerçekleşen iç duygulardır. [10]
Böylece işi yapmak için doğrudan bir güdü vardır. Çünkü, işi yapma hareketinin kendisi ödüllendiricidir. Bu durumdaki işgören kendiliğinden güdülenir. İş sırasında olmadığından doyum sağlamazlar. İşgöreni kötümser yapan ve işinden bezdiren bu faktörlere Herzberg’in hijyenik faktörler demesinin nedeni bunların işgöreni çalıştığı yerden koparan ve ayıran faktörler olmasındandır. Herzberg’in yaptığı araştırma sonuçlarına göre hijyenik faktörleri şu şekilde sıralayabiliriz:
· Şirket politikası ve yönetimin kötüye gitmesi,
· Teknik bilgi ve gözetimin yetersiz oluşu,
· Yönetici ve beşeri ilişkilerin iyi olmaması,
· İş ortamının fiziksel koşullarının elverişsiz olması,
· Ücret ve maaş düzeyi ile bunlardaki artışların yetersizliği,
· Aynı seviyedeki iş arkadaşlarıyla geçimsizlikler ve kötü arkadaşlık ilişkileri,
· İşgörenin kişisel yaşamına gereken saygının gösterilmemesi,
· İstihdam ve güvenliğinin yetersizliği, [11]
Hijyenik faktörlerin yeterli düzeyde olmadığı zaman işte tatmin gerçekleşmeyeceği ancak bu faktörler var oldukları durumda “tabii-natural” nitelikte oldukları işgören tarafından sadece kabul gördükleri ancak onları güdülemeyeceği ayrıca ifade edilmektedir. Diğer faktör olan güdüleyici faktörler işyerinde daha kök bağlayıp doyum sağlayan faktörlerdir. Söz konusu faktörlerin gerçekleşmemesi, bireyin güdüleyici yapısında bir boşluk yaratır. Başka bir deyimle güdülemeyi engeller, bu faktörler söyle sıralanabilir:
· İşi başarı ile tamamlamanın verdiği mutluluk,
· İşyerinde başarı ile tanınma, bundan dolayı takdir edilme ve ödüllendirilme,
· Arzu, tutku, yetenek ve bilgisine uygun bir işte çalışma,
· Terfi edebilme olanaklarına sahip olma,
· İşinde kendisini geliştirip yeni şeyler öğrenme ve yaptığı araştırmalarla çevresine olumlu katkılarda bulunma.[12]
4.1.3. Alderfer’in ERG Teorisi
Maslow’un çalışmaları üzerine yapılan ve ümit verici çalışmaların bir diğeri de Clayton HALDERFER’in ERG kuramıdır. Bu kuram Maslow’un beş ihtiyaç kategorisini üçe indirgemiştir.
· Varoluş ihtiyaçları: Psikolojik ve refah için arzular,
· Bağlantı ihtiyaçları: Kişiler arası ilişkilerde tatmin olma arzuları,
· Büyüme ihtiyaçları: Devam eden psikolojik büyüme ve gelişme arzuları,[13]
ERG teorisi diğer birkaç ayrıntılar yüzünden de Maslow’un teorisinden farklıdır. Alderfer “yüksek seviyedeki ihtiyaçların aktif hale gelmeden önce düşük seviyedeki ihtiyaçların tatmin edilmesi gerekir” görüşüne katılmaktadır. ERG teorisinde bu üç tip ihtiyacın herhangi biri veya hepsi verilen zamanda bireysel davranışları etkileyebilir. Alderfer, bir kez tatmin edilmiş ihtiyacın güdülemeye ilişkin etkisini kaybettiğinin kabul etmez. ERG teorisinde sadece pişmanlık ilkesi vardır. Bunun anlamı ise, henüz tatmin edilmiş düşük seviyedeki bir ihtiyacın daha yüksek seviyedeki bir ihtiyacın tatmin edilmemesi sonucu tekrar aktif olabileceği ve etkileyebileceği söz konusudur. [14]
Alderfer’in ERG teorisinde yürütülen yaklaşımla, çalışan kişilerin ihtiyaçlarını anlayan ve cevap veren araçlar önerilir. Gelişim, ihtiyaç kavramı için özellikle faydalıdır. İş zenginliği özellikle işlerinde gelişim-ihtiyaç tatmini arayan güçlü arzular taşıyan kişiler için en uygun görünür.[15]
Süreç kavramları güdüleme sürecinin bir örgütsel ortamda nasıl işlediğini bulmaya çalışır. Hangi değişiklikler söz konusudur ve bunların birbirleriyle ilişkileri nelerdir.[16]
[1] RODOPLU Gültekin, AKDEMİR Ali, İşletme Bilimine Giriş, Isparta, 1998, s. 104
[2] RODOPLU Gültekin, AKDEMİR Ali,…, s. 104
[3] RODOPLU Gültekin, AKDEMİR Ali,…, s. 104
[4] RODOPLU Gültekin, AKDEMİR Ali,…, s. 105
[5] RODOPLU Gültekin, AKDEMİR Ali,…, s. 104
[6] RODOPLU Gültekin, AKDEMİR Ali,…, s. 105
[7] RODOPLU Gültekin, AKDEMİR Ali,…, s. 108
[8] RODOPLU Gültekin, AKDEMİR Ali,…, s. 109-110
[9] RODOPLU Gültekin, AKDEMİR Ali,…, s. 110
[10] RODOPLU Gültekin, AKDEMİR Ali,…, s. 110-111
[11] RODOPLU Gültekin, AKDEMİR Ali,…, s. 111
[12] RODOPLU Gültekin, AKDEMİR Ali,…, s. 111-112
[13] RODOPLU Gültekin, AKDEMİR Ali,…, s. 112
[14] RODOPLU Gültekin, AKDEMİR Ali,…, s. 112
[15] RODOPLU Gültekin, AKDEMİR Ali,…, s. 113
[16] RODOPLU Gültekin, AKDEMİR Ali,…, s. 113
4.1.4. Vroom ‘ un Beklenti Kuramı
Bu kuramda temel değişkenler çekim, beklenti ve sonuçlarıdır. Çekim, bireylerin belirli bir sonucu tercih etme gücünü gösterir. Bu da bireylerin elde edeceği sonuca verdiği değerle ifade edilir. Çekim kelimesini açıklamak için kullanılabilecek diğer kelimeler , değer, teşvik ,tutum ve beklenen fayda olabilir. Bir bireyin belirli bir sonucu tercih etmesi için o sonucun çekiciliğinin olumlu olması gerekir. Eğer birey ilgisizse çekicilik sıfır olur. Eğer birey o sonucu elde etmemeyi yeğliyorsa çekim olumsuzdur. [1]
Sonuçlar ise iki düzeyde ele alınmaktadır. Birinci düzey ve ikinci düzey sonuçlar. Birinci düzey sonuçlar örgütte gösterilen performansla ilgilidir. İkinci düzey sonuçlar ise, bireyin hedeflediği bireysel sonuçlardır. Birinci düzey sonuçlar ikinci düzey sonuçlarını elde etmek için aracı olurlar. [2]
Beklenti ise çabaları birinci düzey ve ikinci düzey sonuçlarla ilişkilendirir. Diğer bir tanımla, belirli bir davranışın belirli birinci ve ikinci düzey sonuçlara götürme olasılığının ne olduğuna dair bireyin algılamasıdır. Beklenti varsayım olarak 0-1 arası bir olasılık değerine sahiptir. Bu durumda beklenti iki aşamada ele alınmaktadır. Birinci aşamada bireyin çabasının istediği düzeyde performansı başarması ile sonuçlanacağı beklentisi vardır. Birey çaba gösterdiği takdirde istenen performansı göstereceğine ne kadar inanıyorsa bireyin o kadar çabası vardır. Eğer birinci düzey sonuç ile ilgili beklenti düzeyi sıfıra yakınsa, bu, bireyin beklenilen düzeyde performans gösterme beklentisinin zayıf olduğunu gösterir. Bu olasılık değeri 1’e yakınsa birey çaba gösterdiğinde istene performansı gösterebileceğinden emindir. [3]
Aynı şekilde ikinci aşamadaki beklenti de bireyin başarılı performansın istediği kişisel sonuca ulaşmasını sağlayacağı ile ilgilidir. Birey performans sonuç ilişkisinin kesinliğine ne kadar inanmışsa o kadar çaba göstermektedir. Eğer ikinci düzey sonuçla ilgili beklentisi sıfıra yakınsa, o zaman bireyin performansı başarılı da olsa kendi amacına ulaşmada etkili olamayacağına inanılmaktadır. Bu olasılık değeri bire yakınsa o zaman birey performansının amacına ulaşmada etkili olacağına inanmaktadır. [4]
Çekim ile beklenti çarpımı belli bir davranışı seçmeye iten gücü göstermektedir. Güdüleyici güç = Çekim X Beklenti. Bu bireyin belli bir davranışı seçmesi güdüleyici gücüdür. Bu güç hangi davranış için yüksekse birey onu seçer. İş yerinde bu davranışlara örnek yüksek üretim veya eğitim programında başarılı olmak olabilir. [5]
4.1.5. Porter – Lawler Modeli
Bu modelin ilk bölümü Vroom modelinin aynıdır. Yani kişinin motive olma derecesi valens (bekleyiş) tarafından etkilenmektedir. Ancak Porter ve Lawler‘ e göre bireyin yüksek bir gayret göstermesi otomatik olarak yüksek bir performansla sonuçlanamaz. Araya iki yeni değişken girmektedir. Bunlardan birisi bireyin yeterli bilgi ve yeteneğe sahip olmasıdır. İkinci ilave ise, bireyin kendisi için algıladığı rol ile ilgilidir. Rol kavramını kısaca beklenen davranış türleri olarak tanımlamak mümkündür.[6]
4.1.6. Eşitlik Kuramı
Bu teoriye göre personelin iş ilişkilerinde eşit bir şekilde muamele görme arzusunda oldukları ve bu arzunun güdülemeyi etkilediği hususudur. Kısacası bireyin davranışı bu teoriye göre, çalıştığı ortamla ilgili olarak algıladığı eşitlik düzeyine bağlıdır. Eşitlik teorisi, kişinin elde ettiği sonucun kişin sarf ettiği çabaya oranıdır. Ya da başkalarının elde ettiği sonucun yine başkalarının sarf ettiği çabaya oranı şeklinde ifade edilebilir. [7]
4.1.7. Amaç Kuramı
Bu motivasyon teorisine göre bireylerin belirlediği amaçlar onların motivasyon derecelerini de belirleyecektir. Erişilmesi zor ve yüksek amaç belirleyen bir kişi, elde edilmesi gayet amaçlar belirleyen bir bireye oranla daha yüksek ir performans ve daha yüksek bir düzeyde motivasyonu gerçekleşecektir. Kısacası bu teorinin ana fikri bireylerin kendileri için belirledikleri amacın ulaşılabilirlik derecesidir. [8]
5. SONUÇ VE DEĞERLENDİRME
Verimlilik, çok merkezden kaynaklanan etkenlerin karşılıklı etkileşimi sonunda ortaya çıkan karmaşık yapılı bir sentezdir.[9]
Geleceği yeniden biçimlendirirken, yüksek bir verimlilik anlayışını kazanabilmek, yapılacak yeni çalışmalara yeni bir anlam, değer ve boyut katarak, yeni geleceğe daha hazırlıklı olunabilmesini sağlayabilecektir. Yeniliklere açık olmak ve sürekli gelişebilmek temel ve öncelikli yüksek verimlilik prensiplerinin başarıyla işletilmesi ile olanaklıdır. enm.blogcu.com. Geleceğin yeni stratejik verimlilik başarılarında; araştırma, yaratıcılık, kalite, yenilik, ortaklık, girişim ve süreklilik önemli olacaktır. Verimlilik için, gereksinimler, zaman parametreleri, rekabet durumu ve eldeki kaynaklar daha kolayca öğrenilebilir. Böylece çağdaş verimlilik anlayışı ile ilgili hedefleri tanımlayıp ölçülebilir kılmak olanaklı olacaktır. Buradan ise, mevcut ve arzuladığımız verimlilik durumu arasındaki fark ortaya çıkabilir ve yeni verimlilik anlayışının özünü kavrayabiliriz. Yeni ve yüksek bir verimlilik anlayışının tanımlanması , yaratıcı bir verimlilik anlayışının üretilmesi ile büyük bir paralellik içinde belirlenebilecektir. Çok yönlü verimlilik arayış ve çalışmalarını bütünleşik bir yapıda ele alarak değerlendirmek, yeni verimlilik anlayışı için kalıcı ve uzun vadeli bir vizyon sağlayabilecektir. [10]
Yeni çağdaş verimlilik anlayışı ve kültürü için birlikte hep daha iyiye, tazelik katkı ve heyecani değer, yeni bir değişim ve dönüşüm sağlarken, diğer yandan yeni kaynak yaratmak içinde yeniliklere öncelik edebilecektir. Verimliliği önce yakınımızda kendi yakın çevremizden başlayarak aramalı ve geliştirmeliyiz. Yeni çağlarda yeni ve yüksek verimlilik anlayışları için yeni mükemmelliklere yönelebilmeliyiz. [11]
Çağdaş verimlilik anlayışında yüksek başarılar için;
Verimlilik alanında sürekliliği ve bilimsel gelişmeyi kalıcı ve sistematik bir hale getirmek, verimliliği her alanda benimsetmek, kullanmak ve yaymak, verimlilik politika ve hedeflerinin gerçekleşmesinde katılım sağlamak, çalışanların verimlilik ile ilgili bilgi, analiz, yorum, cesaret, güven, yardımlaşma, iletişim ve saygınlığını arttırmak, işletmenin verimlilik ile ilgili bilimsel ve uygulama alt yapısını geliştirmek, işletmede sürekli verimlilik liderleri ve uzmanları yetiştirmek, çağdaş verimlilik ile ilgili organizasyonel, ulusal ve evrensel gelişmelerde işbirliği, iletişim ve yeni uyumsal girişimleri süreklilendirmek, önemli gelişim ve girişimlerin arzulanan temelini oluşturabilecektir.[12]
Yirmi birinci yüzyıl ve daha sonrasında çağdaş verimliliğin lider ve uzmanları yapılacak çok yönlü bilimsel araştırma ve geliştirme faaliyetlerine iştirak ederek, geleceğin çok disiplinli bir bilim dalının değişmez elemanı olma özelliklerini, yeni katılım, buluş ve önermeleri ile sağlanan, yeni bir çağdaş verimlilik ve yönetim stratejisi oluşturmadaki öncülükleri ile pekiştirerek, sürekli bir gelişim çizgisine ulaşabileceklerdir.[13]
[1] RODOPLU Gültekin, AKDEMİR Ali,…, s. 113
[2] RODOPLU Gültekin, AKDEMİR Ali,…, s. 113
[3] RODOPLU Gültekin, AKDEMİR Ali,…, s. 113
[4] RODOPLU Gültekin, AKDEMİR Ali,…, s. 113-114
[5] RODOPLU Gültekin, AKDEMİR Ali,…, s. 114
[6] RODOPLU Gültekin, AKDEMİR Ali,…, s. 114
[7] RODOPLU Gültekin, AKDEMİR Ali,…, s. 114-115
[8] RODOPLU Gültekin, AKDEMİR Ali,…, s. 115
[11] III. Verimlilik Kongresi,…, s. 426
[12] III. Verimlilik Kongresi,…, s. 426
[13] III. Verimlilik Kongresi,…, s. 426
0 yorum:
Yorum Gönder